Yayıncısının özgün bez cildinde, metin ve görsel kısmı çok temiz durumda, 24x16 cm, renkli fotoğraflı, 199 sayfa. İngilizce. “Bu manzarada benim ruhsal durumumu yansıtan ve tarifi zor derin duygularımı gözler önüne seren bir şeyler var.”
- Orhan Pamuk
Yapı Kredi Kültür Sanat binasında açılan ORHAN PAMUK - BALKON FOTOĞRAFLAR sergisinde Orhan Pamuk’un evinin balkonundan çektiği, İstanbul’un sürekli değişen, incelikli manzarasını yansıtan 600’den fazla fotoğraf sergileniyor. Bu fotoğraflar, yazarın yoğun bir yaratıcılık dönemi olan Aralık 2012 ve Nisan 2013 arasında telefoto lensli dijital fotoğraf makinesiyle çektiği 8,500’den fazla fotoğraf arasından seçildi.
Pamuk’un her şeyden önce gözlerinin önündeki manzarayı “kaydetme” arzusuyla şekillenen bu çalışma, kentin, Boğaz’ın, Haliç’in, Marmara Denizi’nin, adaların, dağların, gemilerin, kuşların, sonsuz bir ışık ve ortam etkisiyle çerçevelendiği yoğun bir panoramik manzara oluşturuyor. Fotoğrafçılık tutkusunu ilk olarak gözlerinin önünde akıp giden güzelliği muhafaza etme, ikinci olarak da gördüğü her şeyi kaydetme merakı olarak tasvir eden yazar, ikinci hedefini tutturmanın imkansızlığını kısa sürede görmüş. Yazarın muhafaza etmeye çalıştığı bu güzellik, sergide yer alan fotoğraflarda açık bir şekilde görülüyor: Kentin ve suyun sürekli değişen hatları, doğunun cazibesiyle kaynaşan sanayi kentine özgü çizgiler, kırmızı, turuncu, parlak leylak rengi, mavi ve grinin her tonuyla aydınlanıyor.
Pamuk zamanla bu güzellikleri resmetme dürtüsünü sorgulamaya ve neden bu kadar yoğun bir şekilde – saatte yaklaşık yedi fotoğraf – fotoğraf çektiğini merak etmeye başlamış: Fotoğrafın görme biçimi üzerindeki etkisi nedir? Yazarın fotoğrafçılığıyla yazarlığı arasındaki ilişki nedir
Fotoğraf çekmek, beklenmedik bir şekilde, Pamuk’un edebiyat çalışmalarında karşılaştığı zorluklar karşısında duyduğu hüsranın şifası olmuş: “Manzaraya tekrar ve tekrar bakma daha doğrusu, fotoğraflarını çekme– ihtiyacı hissettim çünkü yazmakta çok zorlanıyordum.” Nihayetinde, “balkonumun manzarası beni sükunete ve içe bakmaya, somut dertleri bırakıp daha entelektüel uğraşlara eğilmeye davet ediyordu. [...] O andan itibaren, bir araya getirerek saklamak zorunda olduğum özelliklerle dolu bereketli, el değmemiş bir zemine dönüştü o manzara.”